Demokrasi? Yetmez ve hayır!
Futbolundan bankacılığına kadar buram buram siyasetle yoğrulan Türkiye’de gündem telaşından göz ardı ettiğimiz (benim de her vesileyle hatırlattığım) birkaç belirleyici ayrıntı var. Siyaseti kişiler ve ülkelerden bağımsız düşünmeye başladıkça hepsi birer birer belirmeye başlıyor.
Şöyle somutlaştıralım; mutlaka -birkaç istisnai vaka dışında- hepiniz babanızın ismini biliyorsunuzdur. Büyük çoğunluğunuzun dedesinin ismini bildiğine de eminim. Ama iş dedenizin babasının ismine gelince sayı azalacaktır. Hele iş dedenizin dedesinin ismine gelince sayı yok denecek kadar azalacaktır.
Demek ki -olumlu ya da olumsuz- sıradışı bir şeye vesile olmadıkça bıraktığınız iz birkaç kuşağı geçmiyor. Hele ki (siyaset gibi) sık yüz değişimi yaşanan alanlarda bu ‘yıpranma payı’ daha da artıyor doğal olarak.
Kişilerden sistemlere bakınca bambaşka bir sorun karşılıyor bizi. Hakimiyetini sürdüren yöretim şekilleri ve ideolojilerin ortaya çıkış tarihlerine bakalım isterseniz.
Bugünkü haline pek benzemese de demokrasinin genetik kökeni milattan önce 6. yüzyıla; Antik Yunan’a (Atina’ya) dayanıyor. Eşitliğe ve oy vererek yönetime doğrudan ya da dolaylı katılım hakkına dayanan bu sistemin benzer formlarının izlerini Sümerlerde dahi görmek mümkün.
Ancak demokrasi tek bir tanımla özetlenecek bir yapı da değil asla. Örneğin J. L. Talmon’ın isim babası olduğu ‘totaliter demokrasi‘ diye bir türü de var. Vatandaşların seçimden seçime oy vererek yöneticilerini seçtiği ve ardından hiçbir sürece katılmayarak liderlerin aldığı kararlara karışmadan, itiraz etmeden mutlak itaat ettiği, ulus devlet tabanlı bir ‘demokratik’ yapı (tanıdık geldi mi?).
Demokrasinin doğrudan ve temsili şekli arasında bile ÇOK uzun bir mesafe var (ki ayrı bir yazımda değinmiştim; meraklısı okuyabilir).
En genç siyasi akımlardan sosyalizm dahi Sanayi Devrimi‘nin yan etkisi olarak patlayan Fransız Devrimi ile (1700’lü yılların sonuna doğru) hayatımıza girmiş. Ana hatları Karl Marx’ın meşhur Komünist (kominist değil!) Manifestosu ile şekillenen bir sistemden söz ediyoruz.
Yazıyı uzatmama adına detaylarına girmeyeceğim. Özetle bütün yönetim şekilleri ve fikir hareketleri çağının şart ve ihtiyaçlarından doğmuş.
O zaman soruyorum: bugünün şart ve ihtiyaçlarının sistemi nedir?
Sanayi Devrimi dönemini hayal edelim. Yüz binler işini makinalara kaptırmış. Şehirleşme en vahşi şekliyle ortaya çıkmış. Çocuk, yaşlı, kadın, erkek demeden yüz binler fabrikalarda insanlık dışı şartlarda, üç otuz paraya çalışmak ve izbe evlerinde yaşamak zorunda. Hastalık, suç kol geziyor. Fakirlik diz boyu. Artan üretimin artan hammadde ihtiyacı binlerce kilometre uzaktaki ülkeleri sömürgelere dönüştürmüş. Zengin ve fakir kavramı iyice kesiknleşmiş. Vahşi bir rekabet. İhtiyacın çok ötesinde üretilenlerin satılabilmesi için reklam ve pazarlama sanatı hüküm sürmeye başlamış. İhtiyaç olmayan şeylere yönelik açlığının sancıları…
Hani şimdi bizim soframıza haftada bir et gelir.
Ve çocuklarımız işten eve sapsarı iskelet gelir…
(Nikbinlik / Nazım Hikmet / 1930)
Ve çocuklarımız işten eve sapsarı iskelet gelir…
(Nikbinlik / Nazım Hikmet / 1930)
Kapitalizm, sosyalizm, işçi hakları, şehir hayatı, regülasyon gibi pek çok kavram hayatımıza işte bu ortamdan beslenerek girmiş.
Günümüze bakalım şimdi de.
Bugünün belitleyicisi internet. Henüz dünya nüfusunun çok az bir kısmı faydalanabiliyor olsa da girdiği her ortamı, dokunduğu her alanı, toplumu ve insanı benzeri görülmemiş şekilde değiştirdiği ortada (Kevin Kelly’nin tanımıyla insanlık olarak var ettiğimiz ve hiç teklemeden çalışmayı sürdüren gelmiş geçmiş en büyük şey).
Tetiklediği dönüşümlere yönelik kaba bir liste çıkaralım:
Listeyi uzatmak mümkün. Ama esas meseleyi unutmamak adına soralım.Bugünkü yaşamı hala en yenisi 1800’lerden kalma ideoloji ve yönetim anlayışlarıyla tanımlama ve yönetmeye çalışmamız size de garip gelmiyor mu?
Tekrarlayacak olursak; bugünün şart ve ihtiyaçlarının sistemi nedir?
Ben yepyeni bir çağın şafağına şahitlik ettiğimizi düşünüyorum. Yeni araçların yeni sınıf ve beklentiler doğurduğunu görüyorum. Bu tip süreçler tarihin her döneminde köklü ve küresel etki yaratan değişimler, dönüşümleri tetikledi. Bu da bir istisna olmayacak.
Geçen sene izlediğim Pia Mancini’nin giydiğimiz gömleğin bize neden dar geldiğini ve ne gibi alternatiflerimiz olduğunu özetleyen sunumu iyi bir kapanış olabilir.
Yeni bir dünya kuruluyor. Yerinizi hazırlayın.
0 yorum