28 Mayıs 2015 Perşembe

“Şaire ölmek yaraşır” demişsin ama işte şairler ölmüyor!

Feyzanur Yılmaz özel bir çocuk. Henüz 17 yaşında ve üniversite sınavlarına hazırlanıyor. Bu yazıyı ondan Egoist Okur’a gönderdiği bir Ahmet Erhan yorumunu okuyunca istedim. Hiç tanımadığım birinden yazı istemem onu şaşırttı ama hemen o gece yazıp gönderdi de… Çok içten bir dille kaleme alınmış yazısından açıkçası etkilendim; bazı satırları gülümseyerek, bazı satırları gözlerim dolu dolu okudum, siz de okuyun istedim. Kendini suçlu hissetme fırsatını kaçırmayan iyi kalpli insanlardan olduğu için, Ahmet Erhan’la ilgili içinde taşıdığı vicdan azabını anlatmayı da ihmal etmemiş Feyzanur. (Sevdiği şairin yüzünü güldüremediği için kendini suçlu hisseden kaç kişi tanıyorsunuz?) Suçluluğunu gereksiz buldum ama böyle hissettiği için onu elbette daha da çok sevdim.

Nasıl biri olduğunu sorduğumda, “Güzel şeyler okuyup dinliyor oluşumdan başka kendime dair anlatacağım pek bir şey yok” demekle yetindi. Kitaplarla arası hep iyi olmuş; yazarlarla ve şairlerle de. Okuduğu bir kitabı beğenirse yazarını da merak ediyor: “Ve yazarla bir bağ kurabilirsem eğer, kitabıyla bağım da kuvvetleniyor. Yüz yüze konuşurken insanlarla derin ilişkiler kurma yeteneğim olmadığından, şu dünyada en çok yazarlara, şairlere, şarkıcılara ve en önemlisi roman karakterlerine yakın hissediyorum kendimi…”

İşte böyle… Feyzanur Yılmaz, Teoman’ın “İnsanlık Halleri” albümü ve daha sonra bir röportajda söyledikleri aracılığıyla keşfettiği Ahmet Erhan’ı anlatıyor. Dinleyelim, hatırlayalım…

ahmet erhan feyzanur yilmaz egoistokur

İlk “Gülşiir”ini okumuştum. Çünkü Teoman, “İnsanlık Halleri” albümünde bir bölümünü şarkı yapmıştı ve bir röportajında da “Ben o adamın yüzünü bile sevdim” demişti Ahmet Erhan için.* Ben de bu nasıl bir sevgi, merak etmiştim.

İnternetten “Gülşiir”i bulup okudum. Ahmet Erhan’ın birçok şiiri gibi o da epeyce uzundu. Ve beklediğimden ağır bir şiirdi. Uzun ve çokkatmanlıydı, içinde hikayeler vardı… Şarkı çok güzel olsa da şiirin yalnızca bir kısmını gösterebilmişti. Her neyse, pek de bir şey anlamadan kapattım sayfayı.

Meğer kapatamamışım, “Gülşiir” ara ara beynimde dönüp durdu, her güzel şiir gibi… Sonra ben açıp tekrar okudum. İşte o ikinci okuyuş vurgundur benim için. Güçlü bir yumruk oturdu boğazıma. Sonra bir süre her gün 10 kere okudum ben o şiiri. Ezberleyene kadar…

Nefes alan bir şiirdi “Gülşiir”, okudukça şairin yazarken ne sancılar çektiğini hissediyordun. “Bu şiir bitmeyince varolmayacak ellerim” diyordu zaten şiirde de…

İşte “Gülşiir”i sindirme dönemim böyle böyle oldukça uzun sürdü. Sonra Ahmet Erhan’ın diğer şiirlerini okudum.

Kendini anlatarak evreni saran başka şair var mı, bilmiyorum. Okuyunca insana bu kadar duygu yükleyen başka şair de tanımıyorum ben. Ahmet Erhan okuduğum gün sesimin titremesine engel olamıyordum. Oysa o benim hiç bilmediğim başka bir dönemden bahsediyormuş… Hatta en çok bu özelliğiyle tanınıyormuş. Ben nasıl bu kadar etkileniyordum peki?

En büyük takıntılarımdan biri haline geldi zamanla. Böyle güzel şiirlerin neden kitapçılarda bulunmadığını takmıştım kafaya. İstesem kitaplarını internetten alabilirdim, herkes bunu tavsiye ediyordu. Ben inat edip kitapçılarda aradım. Bulamadım, o ayrı.

Bu yıl tüm şiirleri yayımlandı, Hayalim gerçek oldu. Fakat Ahmet Erhan 4 Ağustos 2013’te öldü. Artık bir değeri var mı?

Elbette diyeceksiniz. Elbette. Teşekkürler yayınevine, çok mutlu olduk. Ama bilmiyorum işte, keşke Ahmet Erhan da mutlu olsaydı. Keşke ben hayattayken sadece Teoman’ın tanıdığını sandığım Ahmet Erhan’ın şiirlerini herkesin başyapıt saydığını falan o öldükten sonra öğrenmeseydim.

Şimdi size bir şey anlatacağım.

10 Aralık 2012’de tesadüfi bir şekilde Ahmet Erhan’ın Facebook adresini öğrendim. İlk başta inanmadım. Paylaşımlarını görünce anladım gerçekten o olduğunu. Okuyunca yüreğimi parçalayan şiirler yazmıştı ama paylaşımlarıyla hep yüzümü güldürdü. Gülmesini, üldürmesini biliyordu. Bense ona mesaj atmayı hayal edip durdum. (Çok gençtim ve şiirlerini çok seviyordum. Bence şiirlerini anlıyordum. Kendisine ulaştığım için mutluydum. İyi ki vardı…) Sonra 2013 şubatında onun kanser olduğunu öğrendim. Nasıl üzüldüğümü anlatamayacağım, bir ben bilirim. Öğrenince elim hiç gitmedi mesaj yazmaya. Zaten o da internete giremez oldu. Ben şu meşhur 2013 yazı boyunca “Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar” derken hep onu hatırladım.

Sonra bir pazar sabahı, uyanınca hiçbir yerden ses gelmediğini fark ettim, sağır mı oldum diye şüphelendim, kuş sesi duymadım, araba sesi duyamadım, bu anı hiç unutmayayım, bu çok garip bir an dedim, kalktım internete girdim, öğrendim ki ölüm sessizliğiymiş meğer… Ben o sessizliği hiç unutmayacağım. O sessizlikten sonra, “Biz ne kötü yaşadık be moruk” dizesi yankılandı beynimde. Nedense en çok bu dizesi. O mesajı atamadığım, onun yüzünü bir an için bile olsa güldürebilme ihtimalini bir ihtimalden öteye götüremediğim için kendime hep kızacağım. Sizin hiç en sevdiğiniz şair öldü mü? Benim öldü. Sağır oldum.

Demek istediğim, ben suçluyum. Sevgi gösterememek bir suç bence, kimse kusura bakmasın.

Ama içime, içimize su serpmem gerekirse, şairler ölmüyor… (Sen, “Şaire ölmek yaraşır” demişsin ama işte yine de ölmüyor, cânım Ahmet Erhan.) Şimdi geriye çok değerli şiirleri kaldı, neyse ki artık kitapçılarda bulunabilen şiirleri… Ve ben bir şairin yüzünü bile sevmek ne demek, çok iyi anladım.

Tagged
Different Themes
Written by Lovely

Aenean quis feugiat elit. Quisque ultricies sollicitudin ante ut venenatis. Nulla dapibus placerat faucibus. Aenean quis leo non neque ultrices scelerisque. Nullam nec vulputate velit. Etiam fermentum turpis at magna tristique interdum.

0 yorum