pratik aklın eleştirisi
“Salt Pratik Usun Temel Yasası
Öyle davran ki, senin istencinin maksimi her zaman genel bir yasa koymanın ilkesi olarak geçerlik kazanabilsin”
–Pratik Usun Eleştirisi, Immanuel Kant, çev.İsmet Zeki Eyüboğlu, Say Yayınları/ 7.Baskı 2008
Pratik Aklın Eleştirisi, çok tartışılan bir sözün, „inanca yer açmak için bilgiyi kırmak zorunda kaldım“diyen Kant’ın ikinci eleştirisidir. Burada Kant, epistemolojinin dışında kalan ancak aklın pratik bir zorunlulukla düşündüğü aşkınlıkları açıklayabilme, somutlayabilme gayretindedir.
İlk eleştiri, Saf Aklın Eleştirisi’nde aklın kategorileri soyutlama halindedirler, sınırlar ve ayrımlar belirlenmeye çalışılır, bilginin olanaklılık koşulları ve sınırları çizilir. Bu düzlemde, pratik aklın kavramlarına, yani bilgi konusu olmayan ancak düşünülmesinin yine de kaçınılmaz olduğu aşkın alanlara ilişkin kavramlara soyutlama düzeyinde işaret edilir. İkinci Eleştiri’de ise, pratik aklın eleştirisi biçiminde etik temellendirilir. İnancın ve aşkın kavramların zorunluluğuna, kendisinden önceki pratik aklın kullanımının eleştirisiyle somut bir muhteva kazandırmayı hedefler bu eleştiri.
Söz konusu etik düşünce Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi‘nde ortaya konulmuş ve bir temellendirme girişimi olarak kavramları ve kategorileri soyut halde bırakılmıştır. Kant, Pratik Aklın Eleştirisi‘nde önerdiği etik’in soyut halde bırakılmış olan kategorileri içerikli hale getirmeye yönelir. Kendisine kadar geldiği haliyle eleştirisi içinden, Pratik Aklın meşru sınırları ve kullanım koşullarını göstermek ister. “Eleştirinin işi,” diyecektir Kant, burada işlettiği pratik aklın eleştirisi için, “pratik usun olanağının, kapsamının ve sınırlarının ilkelerini insanın doğal yapısıyla ilişkiye girmeden eksiksiz olarak ortaya koymaktır.” Böylece, ilk eleştiride, soyut halde belirtilerek, epistemolojinin de sınırlarını oluşturan kavramlar (idealar) somutluk halinde ele alınmış, sınırları ve geçerlilikleri somut halde gösterilmiş olacaktır.
pratik yeti
Kant, bu sebeple ikinci eleştirisinde, etik problemetiğe yönelir, insanı, aklın pratik yetisi uyarınca, eylemliliği noktasında değerledirmek ister; saf aklın ötesinde aklın pratik boyutunu, kuramsal alanın sınırları ötesiyle aklın ilişkilenme biçimini, kendi değişiyle Salt Pratik Aklın varlığını kanıtlamaktır amacı. Akıl, diyecektir Önsöz’de Kant, mutlak akıl olarak pratik‘tir ve kendi gerçekliğini de, kavramlarının gerçerliliğini de eylemle kanıtlar. Saf aklın eleştirisinde gösterilen kuramsal sınrıların ötesine taşar bu değerlendirme, ancak aklın bu olanağına karşı çıkmak yersizdir; Kant tarafından, kuramsal olan ile pratik olan arasında bağlantı kurularak çelişmenin giderilmesine niyetlenilmiştir.Etik’in temelinde özgürlük kavramı bulunur. Genel anlamıyla kavram etik alanını belirler, ancak Kant sisteminde dolaysızca etiğin koşulu olarak yer alır. Bir anlamda Kant’ın pratik aklın eleştirisinin başlangıç noktasıdır bu kavram. Saf Aklın Eleştirisi’nde ilkin soyut bir idea olarak, „mutlak anlamda özgürlük“ olarak kategorik boyutta, aşkın halde, bilgi konusu olmayan fakat aklın bilmesinin olanaklılık sınırlarını belirleyen bir nitelik olarak ortaya konulmaktadır. Kuramsal akıl düzleminde Özgürlük, bir probelematik olarak belirtilmiştir; Kant’ın terimleriyle şöyle ifade edebiliriz bunu: aklın saf kullanımı içinde, özgürlük, „düşünülmesi olanaksız görülmeyen bir kavram diye ortaya koyulmuş“, ancak bu snırlar dahilinde kalınmasının zorunlu koşulları gereğince, „nesnel gerçekliğini sağlanamamış“tır.
özgürlük kavramı
Özgürlük, idea olarak bilginin dışında bırakılmaktadır, ancak akıl diğer aşkın idealar (Tanrı, Ölümsüzlük, Sonsuzluk) gibi, Özgürlüğü düşünmekten de geri duramaz. Özgürlük, soyutlama düzleminde düşünülmesi olanaksız olmayan bir kavram olarak ortaya konulursa da, pratik yeti açısından düşünmenin kaçınılmaz koşuludur. Çünkü akıl, aynı zamanda koşulsuz olanı düşünür ve koşulsuz olanı düşünmenin yolu, özgürlüğü mutlak olarak almayı gerektirir ki, bunun sağlam bir tabana oturması pratik yeti açısından mümkün olacaktır ancak. Bu noktada ilk olarak altını çizmemiz gereken noktalardan biri, Kant’da, „düşünme“ ile „bilme“ arasında yapılmış olan ayrımdır. Numen-fenomen ya da düzeyler açısından alırsak epistemoloji-ontoloji ayrımı içine yerleştirilecek bir ayrımdır bu„Kendinde-şeyler“idüşünebiliriz, ancak bilgimizin sınırları „kendi-için şeyler“ dünyasıyla koşulludur. Bilginin olanaklılık koşulları saf aklın eleştirisi içinde temellendirilir, düşünmenin aşkın alana uzanışı ise aklın pratik boyutunda açıklanabilecektir. Özgürlük kavramı, bu nedenle, aşkın idealardan biri olarak, kuramsal aklın eleştirisinde antinomik bir yapıda ortaya çıkar. Bu antinomianın saf aklın sınırlarında çözümü yoktur, öte yandan antinomik yapıda da olsa, özgürlük kavramı, hem bilginin olanaklılık sınırlarının belirlenmesinde hem de düşünmenin aşkınlığının anlaşılmasında merkezi bir konumda bulunur.„Özgürlük kavramı; gerçekliği pratik usun zorunlu bir yasasıyla kanıtlandığı oranda salttır, dahası kuramsal usun dizgesindeki bütün yapının kilit taşınıoluşturur. Kuramsal us’ta, yalın ideler olarak, dayanaksız kalan bütün öteki kavramlar (tanrı ölümsüzlük kavramları) şimdi özgürlük kavramına bağlanır, onunla birlikte ve onun aracılığıyla dayanak bulur, nesnel gerçeklik kazanır; bunların olanağı özgürlüğün gerçek olmasıyla kanıtlanır. Çünkü bu ide ahlak yasası dolayısıyla aydınlığa çıkar.“(sf.24)
Açık olsa gerek, vurgulaması için tekrar edeceğim, Pratik Aklın Eleştirisi‘nin anahtarı olan özgürlük kavramı, saf aklın sistemindeki bütün yapının da kilit taşıdır. İdealar soyut halde aklın yapısının sınırları açısından düzenleyici rol oynarlar, pratik yeti açısındansa bu idealar gerçek içerikleriyle, nesnel gerçeklikleriyle önem kazanırlar. Bu nedenle, Kant, bu ikinci eleştirisi ile, pratik yeti bakımından bu ideaların gerçekliklerini belirtmek ister; kuramsal aklın kavramlarının pratik aklın kavramları olarak ilişkilendirilmesine ve somutlanmasına niyetlenir.
Sıkıldınız, değil mi? Oysa daha çok var….
aşkınlık boyutu
Özgürlük kavramı, Tanrı ve Ölümsüzlük kavramları gibi, aklın aşkınlık boyutuna bağlı idealardan biri olarak ortaya konulur. Ancak, tekrar etme pahasına belirtmek gerekirse, hem saf aklın sınırlarında hem de pratik yeti bakımından Özgürlük, ayrımları koşullandıran ve olanaklılığı belirleyen yapısıyla diğerlerinden ayrılır. Ahlakın olanaklılığını da koşullayan bu kavramdır. Hem de, bu diğer ideaların anlam ve içerik kazanmalarını sağlayan çıkış noktasıdır. Bu ayrışmanın sebebi, özgürlüğün (saf ya da pratik) akıl ile olan ilişkisindeki ayrıcalıklı konumudur.Kant, bir kesinlik halinde bu durumu açıklar. Geniş halde aktaracağım kendi açıklamasını, sabırla okuyunuz!
“Özgürlük kuramsal usun bütün ideleri arasında, kavramasak bile, önsel olarak bildiğimiz biricik idedir; çünkü özgürlük bildiğimiz ahlak yasasının koşuludur. Tanrı ve ölümsüzlük ideleri ise ahlak yasasının koşulları değil, yalnız bu yasayla belirlenmiş bir istencin zorunlu nesnesinin, daha açığı salt usumuzun pratik kullanımının koşullarıdır. Bundan dolayı bu idelerin, gerçekliğini bir yana bırakıyorum, olanağını bile bildiğimizi ve kavradığımızıileri süremeyiz. Bununla birlikte, yine bu ideler ahlakça belirlenmiş istencin, kendisine önsel olarak verilmiş nesnesinin (en yüksek iyi) uygulanma koşullarıdır. Şimdi kuramsal olarak bilinmese ve kavranmasa bile, bu idelerin olanağı pratik yöndenonaylanabilir ve onaylanmalıdır da. Bu sonuca göre, bu idelerin iç-olanaksızlık (çelişme) içermeleri pratik bakımdan yeterlidir. Burada, kuramsal usla karşılaştırıldığında öznel kalan; buna karşın kuramsal us gibi salt, ancak pratik us için nesnel geçerlilik taşıyan bir onaylamanın temeli vardır. Böylece özgürlük kavramı aracılığıyla tanrı ve ölümsüzlük idelerinin nesnel gerçekliği, onları varsayma, dahası (salt usun gereksinimi olarak) varsaymanın öznel gereksinimi benimseme durumu yaratılıyor. Ancak, bu yolla us kuramsal bakımdan genişlemiyor, yalnız daha önce bir sorun olan olanak, burada sav niteliğiyle veriliyor ve böylece usun pratik kullanımı kuramsal kullanım ögeleriyle bağlanıyor. Bu gereksinim; kurgulamada us kullanımının yetkinliğe ulaşmak istediğinde, benimsemesi gereken kurgulamanın gelişigüzel bir ereğiyle ilgili gereksinim değildir, tersine bir nesneyi yasa gereğibenimseme gereksinimidir. Bu gereksinim olmadan onun eylem ve eylemsizliğinin ereği diye kesinkes ortaya konması gereken nesne aydınlığa çıkamaz.”Böylece, sanıyorum özgürlük kavramının bir anahtar ve kilit taşı olmasının anlamı, aklın saf ve pratik düzlemlerinin bu kavram ekseninde ayrımı ve birbiriyle ilişkisi açıklık kazanmış olmaktadır herkes için. Kuramsal aklın antinomik sınırlarda bıraktığı aşkın alanlarla, pratik aklın ilişkilendirilmesinin altını çizmek gerek ilkin. Saf aklın sınırlarında sorun olan kavramlar, pratik yeti açısından sav halinde verilmektedir burada. Bu sorunların çözümü, kuramsal aklın düzleminde bir bilgi konusu olarak yapılabilseydi, elbette bütün sır ve varoluşsal paradokslar çözülmüş olurdu, ancak Kant, tam da bu sebeple, kurgu yetimizin buna elverişli olmadığını söyler, aşkın olanın bilgisi ancak tanrısal bir bakışla mümkündür, bu ise insan aklı için olanaklı olarak tasarlanamaz. Kant dolayısıyla çözümü, pratik aklın eleştirisinde arar ve aşkın kavramların nesnel gerçekliklerini pratik aklın sınırlarında belirlemeye çalışır –”…yine eleştirinin silahlarını ele almamız gerek: Olanakları kurguyla yeterince sağlama bağlanamayan tanrı, özgürlük ve ölümsüzlük kavramlarını usun ahlakça kullanımda arayalım ve onları usun bu kullanımı üzerinde temellendirelim.“(sf.26)
(sf.24-25)
yürüyelim arkadaşlar!
Fakat, nereye geçeceksek geçmeden evvel, Kant’ın alıntısında belirtilen özne ile nesne arasındaki ilişkinin, saf aklın kullanımındaki biçimiyle bunun pratik akıl düzleminde tersine dönen biçimine değinmek iyi olacaktır. Konuyu belirginleştirelim, çünkü Kant’ın yine önsözde, „eleştirinin bilmecesi“ dediği şeyi anlamak için bu özne nesne ilişkisinin paradoksal görüntüsünü açıklamak gereklidir. Aslında Kant, hem önsözde hem de kitabın geri kalanında oldukça yalın halde açıklıyor bu meseleleri, benşm şimdi kendi aklımla aktardıklarımsa belkide açıklıktan çok gereksiz karışıklıklar yaratacak şekilde çıkıyor ortaya. Şimdi buraya gelmişken, bu Önsöz’ü scanner edip koysam daha mı iyi olurdu açaba diiye içimden geçirmeden edemiyorum. Bu mevzu zaten, Dostoyevski’nin „İsa’dan yana olmak“ dediği şeyin tartışması içinde hiç yoktan ortaya çıktı. Ama, olsun, madem geldik buraya, başlamışken temel noktaları ve çerçeveyi belirginleştirmeye çalışayım yinede.Saf (kuramsal) aklın içinde belirlenen özne-nesne ayrımı (ve ilişkisi), alıntıda da anlaşılacağı gibi, pratik aklın eleştirisinde, farklılık gösterir. İdealar, kuramsal akıl düzleminde nesnel gerçeklikten yoksundur, öznenin öznel tasarımları halindedirler; oysa, buna karşılık Kant bunları pratik yeti açısından, nesnel olarak temellendirmek gerektir der. Saf aklın ideları, pratik yeti açısından nesnel gerçeklikler halinde temellendirilmelidirler. İnanç saf aklın kuramsal sınırlarında nesnesiz ve nedensizdir, olanaklı deneyin konusu olamaz. Oysa, pratik akıl için kanıtlanması önemli olan şey, aşkın kavramların zorunluluğunun nedenselliğidir. İradenin nedensellikle olan ilişkisinin belirlenmesidir. Özne nesne ilişkisi tersine çeviren bu durum olacaktır. Özgürlük, Tanrı ve Ölümsüzlük ideaları, pratik aklın ”nesnel gerçeklikler”i, fakat saf aklın düzleminde öznel olarak işaret edilen zorunlu varsaymalardır. Saf akıl bu ideaların ortaya çıkışını yadsımaz, ancak bilgi konusu olarak nesnel gerçeklikleri olmadığını söyler. Bunlar özneldirler, saf aklın kuramsal sınırlarında varlıkları çatışkılıdır, b,t rü “öznel zorunluluk” olarak belirtilirler; ancak bu öznel zorunluluklar partik yeti açısından nedensel olarak zorunludur ve gerçeklikleri nesneldir. Bilgi alanını genişletmeyen ancak aklın yapısal özelliklerinden zorunlulukla ortaya çıkan bu tersine dönmüş özne-nesne ilişkisi, saf aklın ilkelerinin eleştiri yoluyla pratik aklın nesnel gerçeklikleri olarak somutlanışının ürünüdür -“…elimizdeki eleştiri’de ilkelerden başlayarak kavramlara ve kavramlardan, elden geldiği yerde, duyulara gideceğiz. Oysa kuramsal us’ta duyulardan başladık ve konuyu ilkelerde bitirme gereğinde kaldık.”( sf.38)
insanın özgün doğası
Bu karmaşık görüntü, insanın bir anlamda varlık olarak özgünlüğünden kaynaklanır. Bu „özgün doğa“ saf aklın pratik akılla ilişkisini belirleyen temel bir niteliğe sahiptir. Tam bu noktada özne-nesne ilişkisinin, iki düzlemi birbirine bağlarken tersine çevrilen görüntüsüyle karşılaşırız. Saf aklın sınırlarında öznel olan, gerçeklikten yoksun olarak belirtilen idealer, pratik yeti açısından nesnel gerçeklikler olarak belirtilmeye çalışılır. Düşünen özne, kendisi için de bir görünüştür aynı zamanda. Görünüşün bilgisini belirleyen kuramsal aklın sınırlarıdır; “nesnel gerçeklik”, bu anlamda, fenomenal dünyanın nesnel gerçekliğidir, sınırları saf aklın kuramsal sınırlarıyla belirlenen öznenin bilgi olanakları olan gerçekliğidir. Öznenin nesneyle ilişkisini belirleyen, Kant’ın “olanaklı deney” (ya da “deneyim”) dediği şeydir. Aşkın olan’ın, kendinde olan’ın, ontolojik olanın bilgi olarak “nesnel gerçekliği” yoktur; öznel duyumsayışlardır bunlar. Öznel algılamalar.“Düşünen özne”nin kendilik olarak bilgisini, ancak pratik akıl yetisi sağlayabilir. Kuramsal düzlemde öznel olan, pratik yeti açısından nesnel gerçek olarak gösterilmek durumundadır. Ancak bu “kendilik bilgisi”, epistemolojik anlamda öznenin nesneyi bilişi gibi bir bilgi konusu değildir. Lacan’ın Gerçek’i gibidir bir anlamda bu “kendinde-şey”, dolaysızca bilgi presedürlerinin konusu değildir. “Düşünen özne”, bu anlamda, kendisini bilirse de bilgi teorisi bağlamında kendisine kördür kategorik olarak. Pratik akıl yetisi açısından „düşünen özne“ olarak insan numenaldir, saf aklın bakışından kendinde şey olarak mevcuttur; doğa açısından, doğal bir varlık olaraksa bu özne fenomendir. Zorlukları kabul edilebilir, ancak Kant mantıksal olarak çelişkiye düşmeksizin bu iki koşulu bir araya getirebilmiştir. Özne olarak insan, burada hem özgürlüğün öznesi olarak knedinde-şeydir, hem de dogal nedenselliklere bağlı bir fenomen olarak „kendi-için“dir. Bir numen olarak insanın, kategorik anlamda özgürlüğün öznesi olması, bu özneliğinse “özgürlükten doğan nedensellik yasası”yla ilişkili olarak açıklanması, Kant’ın ikinci eleştirisinin temel çıkış noktasıdır.
“Bizim burada üzerinde duruduğumuz istençtir ve usu nesnelerle ilişkisi içinde değil istenç ve istencin nedenselliğiyle bağlantısı bakımından ele alıyoruz. İşte, burada, deneysel olarak koşullanmamış nedensellik ilkelerinden işe başlama gereği vardır. Ancak bundan sonra kavramlarımızın böyle bir istencin belirleme nedenlerine, sonunda da özneye, öznenin duyusallığına uygulama denemesi yapılabilir. Özgürlükten doğan nedensellik yasası, açıkcası herhangi bir salt pratik ilke kaçınılmazcasına bir başlangıç oluşturuyor, yalnız kendisiyle ilişkili nesneleri belirliyor.”Bilmenin sınırlandırılması, ancak aklın bu bilginin ötesini düşünmekten vazgeçemeyecek oluşu, çatışkılı bir durumdur. Kant, çatışkının çözümünü „düşünme“ ile „bilme“ ayrımını yaparak halleder. Koşulsuz olanın düşünülmesi, aklın aşkın boyutunu gösterir. Kant’ın, „transandental idealizmi“nin nedenleri de bu noktada anlayabiliriz. Deneyim, bize, yalnızca görünüşler dünyasına bağlı olduğumuzu gösterir, bilginin olanaklılık koşulları da bu dünyaya bağlıdır; oysa Özgürlük, ya da Tanrı ve Ölümsüzlük gibi kavramları bu deneyim anlanında bilgi konuları olarak belirleyemeyiz. Özgürlül ya da Tanrı hakkındaki düşünce, deneyimin sınırlarında bulunamaz. Böylece birinci eleştirisinde Kant bize, özgürlük kavramınınsoyut bir idea olarak ampirik dünyada, yani fenomenal gerçekliğin içinde bulunamayacağını göstermeye çalışır. Bu aşama da yalnızca kuramsal aklın idealarından biridir Özgürlük; çatışkılı bir yapıdadır, sorunun çözümü ise, asıl olarak, ahlak metafiziğinin temellendirilmesi çabasıyla Pratik Aklın Eleştirisi‘nde aranır. Aklın ideaları (Özgürlük, Tanrı, Ölümsüzlük) saf akıl açısından düzenleyici rol oynarken, pratik yeti açısından bambaşka bir konumda belirir; saf akıl yetisi ile prsatik akıl yetisi birbiriyle ayrımları belirginlkeştirilerek ilişkilendirilmeye çalışılır.
(sf.39)
Akıl, kendisini fenomenal dünyanın görünüşleriyle ve buna bağlı ve koşullanmış bilginin sınırlarıyla sınırlandırılamaz. Bütün’e, Sonsuzluk’a, Sınırsız’a, Kant’ın terimleriyle söyleyecek olursam „koşulsuz olan“a yönelir. İnsan varlığının özgün doğasından kaynaklanan bir durumdur bu. İnsan, buna göre, hem numenal dünyada yer alır, hem de fenomenal bir varlık olarak görünüşler dünyasında. Bilginin koşulu, fenomenler dünyasında „olanaklı deney“dir, oysa aşkın ideaları bilgi konusu haline getirecek hiç bir deney(im) olanaklı değildir. İnsan bu bakımdan, ampirik bir varlık olarak görünüşler dünyasının bir fenomenidir ve öte yandan, istencin deneysel olarak koşullanmamış nedenselliğiyle „özgür eylem“de bulunur. Bilginin olanaklılık koşullarını belirleyen ve sınrılandıran kuramsal presedürleri olduğu gibi, eylemin nedenselliği açıklayan yasaları vardır.
bilmecenin çözümü
Bilmeceye ve Kant’ın bilmecenin çözümü dediği şeye bu noktada geliyoruz (şükür): “Nasıl oluyorda kurguda kategorilerin duyuüstü kullanımına özgü nesnel gerçeklik yadsınabiliyor; öte yandan salt pratik usun nesneleri bakımından bu gerçeklik onaylanabiliyor”?(26)Buraya kadar aktardıklarım, Kant’ın pratik yetinin eleştirisi yoluyla bunu nasıl temellendirdiğini az çok göstermiş olsa gerektir. Aklın ahlaksal kullanımında ideaların ele alınışı, bilginin nesneleriyle olan ilişkisinden farklıdır tümüyle, ancak yine de bu iki yeti, düşünme ve bilme yetisi çelişmez, kaçınılmaz bir durum olarak ortaya çıkar bu ayrım. Bunu anlamanın yolu ise, nedensellik kategorisinin duyuötesi nesnesine, özgürlüğe verilen gerçeklik niteliğini anlamaktan geçer. Ahlak yasasının nedenselliği ile doğa yasasının nedenselliği, aklın boyutları olarak birleştirilir. Bu ahlak yasasının gerçekliği, bilme yetisine bağlı bir gerçeklik değildir, pratik yetisinin bağlı olduğu yasadan kaynaklı bir gerçekliktir ve pratik kullanımı, eylemsel işlevi ile anlamı belirlenebilir. Aklın farklı yetileri arasındaki çelişki Kant’a göre ancak bu yolla cözülebilecektir.
“Özgürlük olarak nedenselliğin ahlak yasası, doğa mekanikçiliği olarak nedenselliğin de doğa yasası aracılığıyla birleştirilmesi, bunun bir ve özdeş öznede, insanda yapılması insanın birincisiyle ilişkisi bakımından salt bilinçte kendi başına varlık olarak, ötekiyle ilişkisinde de deneysel bilinçte görünüş olarak tasarlanmadığı sürece olanaksızdır. Bu yapılmadıkça usun kendi kendisiyle çelişmesi kaçınılmazdır.”(sf.27, bilmecenin çözümü için yazılan satırların sonunda Kantü, bu ifadeyi, dipnot olarak koymuş)
Aklın ideaları içinde Özgürlük ideasının, tam da bundan dolayı farklı bir konumu olması açık olsa gerek artık; hem ahlak yasasının geçerliliği, hem de Tanrı ve Ölümsüzlük gibi ideaların gerçeklikleri Özgürlük ideasına bağlı olarak temellendirilir. Kant’a göre, olanaklılılığı a priori bilinebilecek tek ideadır özgürlük, kendisini mümkün kılan ahlak yasası olduğu gibi, ahlak yasasını mümkün kılan da bizzat özgürlüğün deneysel olmayan nedenselliğidir. „Özgürlük ahlak yasasısının koşuludur“, dolaysızca, bir bilgi olarak kavranamayacak olsa bile olabaklılığının nedenselliği önsel olarak bilinebilir. Tanrı ve Ölümsüzlük ideaları, ahlak yasasının zorunlu koşulu değildirler bu bakımdan, ancak yine de bu yasanın belirlediği istencin zorunlu nesnesinin koşulları, saf aklın salt pratik kullanılışının koşullarını gösterirler.
Kant, pratik yetinin eleştirel sunumuyla, saf aklın sınırlarında sorunsal olarak bulunan ve soyut olan kavramların gerçek hallerini, gerçekliklerini, kullanılışlarının meşruluk sınırlarını göstermeye çalışır Pratik Aklın Eleştirisi’nde. Yukarıda yıldızlı gökyüzü ile içimizdeki ahlak yasasını, aklın bireşimi olarak göstermeye çalışır. Saf akıl açısından kavranamayacak olan kategoriler, pratik aklın kullanımı içinde ahlaksal uygulanımlar ve yasalar bağlamında somutlanacak, saf aklın olanaklar olarak belirttiği idealar, pratik yeti alanında nesnel zorunluluklar olarak belirecektir buna göre.
ödev ahlakı
Kant’ın ahlak felsefesine “ödev ahlakı” denmesinin gerkçesini de bu noktadan itibaren ele alabiliriz. Ödev, yasaya uymaktır, ancak yasadan dolayı yasaya uymak. Pratik yeti açısından, bu nedenle özgürlük ideası, birbuyruk halinde ortaya çıkar, “yapmalısın” buyruğu. Buyruğa uyup uymamak ya da ne şekilde uyulacağı değildir önemli olan, buyruğun kendisi aklın pratik yetisi bakımından, bizzat özgürlük durumuna işaret eder. İnsanın özgürlüğü, bu buyruğu duyuüstü olarak bilmesinden ileri gelir. Bilgi olmayan bir bilgidir bu, saf akıl açısından nesnensiz bir bilgi. Özgürlük, eğer kategorik olarak insanın ayırıcı özelliği ise, yapmalısın buyruğu bu özgürlüğe anlam kazandırır.Yapmalısın, hem koşullu hem de koşulsuz bir buyruktur („hypotetik imperative“ ve „kategorik imperative“). Burada pratik aklın eleştirisi için önemli olansa, koşulsuz buyruktur. Kategorik imperative‘ler, sonucları ne olacak olursa olsun kendilerine uyulmasını şart koşarlar. Koşul ve şartlara bağlı değildirler, mutluluk ve zevk vaat etmez, mutsuzluk ve acı ile de geçersizleştirilmezler. Kant’ın termlerini kullanarak söyleyecek olursam yine, Saf Pratik Aklın, sentetik a priori yargıları olarak çıkarlar ortaya bunlar. „Kategorik imperative“, bu açıdan ahlak’ın yasasıdır. Başlangıçta aktardığım Kant’ın ünlü buyruğunda olduğu gibi: Öyle şekilde davran ki, davranışının koşulu herkes için geçerli olsun.
“Ödev ahlakı”, özgürlükle yasaya uyma zorunluluğu nedeniyle, arzu ve eğilimlerin belirlediği eylemlilikler ve davranışları bir bakıma dışarda bırakır. Saf pratik akılda temellenecek olan ahlak, yalnızca “ödev”den dolayı ortaya çıkan ahlak olacaktır. İnsan özgürlüğünün onu doğadan farklılaştırması sebebiyle, ödev, doğal eğilimlerin, doğal olanın karşıtıdır da bir bakıma; mevcudiyeti esas itibariyle doğal eğilime karşıtlığı değildir ancak ödev ahlakı, koşulları ve sonuçları ne olursa olsun, yapmalısın buyruğuna uymayı zorunlu kılar.
Nesnel olarak, eylemin yasaya uygunluğunu, öznel olaraksa maksimleri bakımından yasaya saygıyı koşullandırır. Dolayısıyla ödev ahlakında önemli olan, sırf ödeve uygun davranmak değil, asıl olarak ödevden dolayı davranmaktır. Ödev, yasadan kaynaklanır. Yoksa, doğal eğilimler, arzu ve beklentilerle şekillenen davranışlar da ödeve uygun olabilir, Kant bu ayrımın ne anlama geldiğini ve ödevden dolayı davranmanın neden zorunlu olduğunu, kendi ahlak sisteminin tutarlılığı açısından kesin olarak öne sürer. Ödevden dolayı ortaya çıkan ahlaklılık, buyruğa uygunluktan çıkan ahlaklılık değil, eylemliliklerin buyruğun kendisi için yapılmasından kaynaklanan ahlaklılıktır.
Konuyu ne kadar açık kılabildiğimden emin değilim, Kant’ın Pratik Aklın Eleştirisi muhtemelen biraz ilgililer için daha açık ve anlaşılır, daha sağlam bir anlayış sunacaktır okura. Çeşitli yönleriyle konuya ve Kant’ın ahlak düşünceisne dikkat çekmeye çalıştım, bitirmeden önce Tinin Deneyim Kütüphanesi’de Volkan’ın Pratik Aklın Eleştirisi/Önsöz/Kavramlar, Notlaryazısına bakılmasını ısrarla tavsiye ederim. Çok açık ve anlaşılır olarak ve temel kavramları gösterilerek, konu ortaya konuluyor yazıda.
neyse ki bitiyor
Son olarak yeniden özgürlük kavramına dönerek, tekrar etmek pahasına toparlayayım bu yazıyı. Eğer insan özgür olmasaydı Kant’ın düşüncesine göre, etik yasanın hiç bir anlmaı olmazdı. Ve bununla çelişmeksizin aynı zamanda demek zorundayız ki, yasa olmasaydı da bu özgürlüğün belirlenimini ve gerçekliğini bilemezdik. Böylece, insan iradesi, “saf pratik aklın buyruğu”na uyar, kuramsal aklın olanak olarak işaret edilen soyut kategorisi, çelişmeksizin bilgi nesnesi olmayan pratik aklın gerçek, nedensel bir kavramı haline gelir.“Özgürlük ahlak yasasının varlık düzenidir (ratio essendi), buna karşınahlak yasası da özgürlüğün bilme düzenidir (ratio cognoscendi)” (sf.24 –Kant bu açıklamayı, özgürlük ahlak yasasının koşuludur dediği noktada koymuş dipnot olarak).
Kant’ın felsefi sistemini, buradaki konu açısından, ahlak felsefesinin sitematik yapısını ve kavramsal işleyişini tartışma halinde ele almadan, ne türden Kant eleştirileri olduğu veya Kant’ın ve ilkelerinin ne şekilde eleştirilebileceği bahsine girmeden, konu itibariyle pratik aklın eleştirisini ortaya koymakla, buna notlar yazmakla yetindim ve böylece bırakıyorum.
—–
Kullandığım alıntılar başlangıçta verdiğim İsmet Zeki Eyüboğlu çevirisiylePratik Usun Eleştirisi‘den geliyor. Bir de Haccertepe çevirisi var sanıyorum, bu çeviride salt pratik usun temel yasası şu şekilde yapılmış; „Öyle eyle ki, senin istemenin maksimi, hep aynı zamanda genel bir yasa koymanın da ilkesi olarak gecerli olabilsin.“ İki çeviriyi karşılaştırmak istenirse diye alayım buraya. Ahlak Metafiğizinin Temellendirilmesi‘de İoanna Kuçuradi çevirisiyle oradan çıkmıştı yanlış hatırlamıyorsam. Bu Temellendirme, aslındaEleştiri‘nin anlaşılması ve Kant sistemine vakıf olunması için çok önemli bir kaynak. Prolegomena‘sı kadar önemli ve yararlı bir kaynak, hatırlatmış olayım ilgilisi için.
0 yorum