başlamadan: reçel'den sonra hüda abla denk gelince böyle bir üst üste kadın savunusu manzarası arz ediyoruz. haddimize değil. öğretmiyoruz. öğreniyoruz. okuyacağınız kelamlar en çok da meydanlarda ellerini tuttuğum, eteklerinde büyüdüğüm, borçlu olduğum ablalardan, analardan, kadınlardan öğrendiklerimdir. kibirle değil tevazuyla. özeleştirimdir.
AKP 13 yıldır iktidarda. 28 Şubat 18 yıl önce oldu. İslamcılar 1969'dan beri siyasal partiler aracılığıyla demokratik sistem içerisinde siyaset yürütüyorlar. Kitleselleşememiş güdük örnekler dışında silahlı mücadeleyi benimsemediler, beceremediler. Bir TC projesi olarak Türk-İslam sentezi, Sünni-Hanefilik ise kabaca çok partili bu hayattan bu yana belirgin şekilde toplumsal hayatta mevcut. Daha uzatırım, uzatmayacağım. Kardeşim siz manyak mısınız, Hüda Kaya size n'etti? Siz kim olarak, ne olarak, evrendeki hangi uzayı kaplayarak idamlık bir kadının HDP adaylığını tartışmaya açıyorsunuz? Politik misiniz? Meseleniz politika yapmak mı? O zaman biraz politik davranın, siyasal ahlak içinde hareket edin. Çirkinleşecek misiniz? Çirkinleşiriz.
Türkiye'de solculuğun, devrimciliğin, çeşitli türevleriyle sosyalistlerin, komünistlerin Müslümanlıkla ilişkisini Doktor Kıvılcımlı'yla başlatabilir, müspet pratik zeminlerini ise 90'lara vurdurabiliriz (Şubat-Kasım arada Şubat- MSP-CHP ittifakını yararlanılması gereken bir parantez olarak düşelim). 93' konsepti Sivas'a kadar uzanmasa bu zeminler bugün başka türlü gelişecek, meseleleri başka yerlerden tartışabilecektik. Ne var ki ne İslamcıların siyasal aklı bunu ön görebildi, ne de sol bu duruma başka türlü yaklaşabildi. Nihayetinde devlet aklı Sivas'tan Alevi katliamları dizisine bir acı halka daha çıkarırken, İslamcıları da milliyetçi-faşist kontrgerilla cephesine eklemleyebilmeyi başardı. 12 Eylül'ün beceremediğini 93' konsepti becerdi. Dolayısıyla Aleviler, İslamcılarla olan karşılaşmalarında haklı bir öfkeye ve korkuya sahiptirler. Lafı gevelemenin alemi yok. Sivas'ta ölen 35 insanın ne gerçek katilleri yargılandı, ne İslamcı toplum Madımak'ın önünde toplanan, tekbirler çeken Müslüman halk adına bir özür beyan edebildi. Bir özür bile beyan edebilseydik, bambaşka şeyler olurdu. En azından Gezi'den sonra Antikapitalist Müslümanlar'dan arkadaşlar anmaya icabet ettiler. Bu da birşeydir. Bir Fatiha birşeydir.
28 Şubat bize, bir avuç kadar kalmış, kafayı da iktidarla bozmamış İslamcıya şunu öğretti; adaleti herkes için istemedikçe huzur bulmayız, Allah bizi iyi etmez. Beyazıt'taki o dev pankartı hatırlamayanlara hatırlatalım "Herkes İçin Adalet, Başörtüye Özgürlük". Bu slogan iki manaya, mesaja karşılık geliyordu; ilki dışarıya yönelikti. "Adalet isteyenler, taleb edenler, mücadele edenler, bunu herkes için isteyin, başörtülü kadınlar şahsında Müslümanlara da isteyin" deniyordu, ki bu tavra icabet eden pek çok feminist, devrimci, demokrat ve sosyalist oldu. Ben Grup Yorum'u ilk kez Beyazıt Meydanı'nda bir başörtüsü eyleminde dinlemiştim mesela, annemin elinden tutarken. İkinci mesaj ise içeriye yönelikti. Müslüman kamuoyuna "Sorun sadece başörtüsü sorunu değil sistem sorunudur, rejim sorunudur. Adaleti sadece mustazaf Müslümanlara değil tüm mustazaflara, herkese istememiz gerekir" denmekteydi. Çok haykırdık, çok yol yürüdük. Ama sesimiz az kimseye yol açtı. Bugün geldiğimiz noktada acıdır ki şunu görüyoruz. İçeriye attığımız sloganı doğru dürüst kimse duymamış. İşte daha dün 15'inde vurulan bir çocuğa adalet isteyebilen bir avuç Müslümanız, cenazesinde Fatiha okuyabilen bir avuçtuk. Ama bugün bu memlekette, İslamcılığı (eski) İslamcılara bırakmayan, onların iktidar heveslerine terk etmeyen, ezilenlerin mücadelesinde onu da bir imkan gören bir hareket, irade var. Bunun adı da HDP'dir.
Diyarbakır cezaevi şehidi bir babanın oğlu, Refah Partisi mensubu İslamcı bir Kürt müteahide, Meclis'te İskilipli Atıf Hoca'yı anmayı, Kemalizmin köklerine dinamit atmayı mümkün kılan bu iradedir. Yıllarca Mazlumder'de insan hakları mücadelesine İslami bir katkı sunmaya çalışan, her defasında ümmetin utanılası suskunluğunu yırtıp atan (bkz: Roboski vd), tam da bu yüzden itibarsızlaştırılan, hedef gösterilen insanlara zemin açan bu iradedir. 28 Şubat'ın ağır, en hakiki bedel ödeyenlerinden birine, çocuklarıyla işkencelerden geçirilen, idamla yargılanan bir kadına listesinin en önünü ayıran da bu iradedir. Hüda Kaya şahsında HDP'nin İslamcı adaylarını dillerine dolayanlar sadece onu değil bu iradeyi de karşılarına aldıklarının da farkında olsunlar ve şunu unutmasınlar; karşılarına aldıkları bir siyasi parti değil "kimsenin can, mal, akıl ve nesil emniyetinden şüphe etmediği" bir yaşam projesidir. Tehditse tehdit, teklifse teklif. Bunu reddetmek kendi emniyetinizden vazgeçmektir. İster metafor olarak okuyun ister sosyolojik bir kehanet olarak.
Yugoslavya'yı paramparça eden Bosna Savaşı'nda Katolik Hırvatlar, Müslüman Boşnaklarla beraber Ortodoks Sırp milliyetçilerine karşı aynı orduda, Bosna ordusunda birlikte savaştılar. Hatta o orduda bir avuç da olsa Ortodoks Sırp da vardı. Kafayı peynir ekmekle yedikleri için mi, yoksa kullanışlı aptallar olduklarından mı? Hayır! Bosna ordusu sosyalist cumhuriyetin şerefini iki paralık eden barbarlığa, ırkçılığa karşı yanyana, kardeşçe yaşamanın bir vaadi, tahayyülüydü, o kadar. Savaşın sonlarına doğru Hırvatlar bu fikirden caydılar, Sırpların safı belliydi. Ama Bosna-Hersek'te pek barış içinde olmasa da herşeye rağmen o insanlar yanyana yaşamayı ve geçmişte yaptıklarıyla yüzleşmeyi öğrenmeye çalışıyorlar. Savaşırken olduğu gibi barışırken de tüm bir Avrupa'ya, insanlık idealleri iddia edenlere, insaniyet öğretiyorlar. Bosna'yı hatırlattım, çünkü ne zaman Suriye'ye baksam Bosna'yı hatırlıyorum ve neyi unuttuğumuzu soruyorum. Suriye halkı, tek parti diktasına karşı hürriyet için ayaklandığında, özgürlük ve eşitlik idealini "herkes için" vaad edebilseydi eğer, bugün muhakkak ki bu savaş mezhep çatışmalarıyla anılmazdı. Dökülen bunca kanın akibeti için kaygılanmazdık. Suriyeliler bunu beceremediler. Bir şekilde bu kıyam Nusayriye de Sünniye de, Yezidiye de Süryaniye de, Kürde de Araba da aynı hür vatanı tahayyül etme imkanı vermedi. Yaşadığı toprak herkesi düşüne ortak edemedi. Bunda en büyük hata payı da, yekünü oluşturan Sünni Araplardadır. Özeleştirimizdir.
Özeleştirinin öteki adı ise HDP'dir. Sünni Türkler kabullenmese de, son otuz yılda bu memlekette pek çok şeyde olduğu gibi Müslümanlıkta da toplumun dinamosu olan Kürtlerin, iradesi, mücadelesi, partisi ve önderliği ile bir armağan, bir jesttir. Kendi kazanımını kendine saklamayan, komşusuyla paylaşmaktan bir hayır uman bir hamledir, hayırlı ameldir. Kürdün akibetini sadece Kürtten ibaret görmeyen, başkası, ötekisi, diğeri olmayan bir muhayyiledir. Müslüman bir kimse için bu Hüda Kaya demektir, Ezidi bir kimse için Feleknas Uca. Son kertede hepsi farklı kelamlarla da olsa aynı cümbüşlü ağacın altında buluşurlar. Kendine adalet arayışçısı, solcu, devrimci, demokrat diyen insanların sorması gereken bu resmin neresinden rahatsız oldukları, neresine şerh düşmek istedikleridir. AKP'nin 13 yıllık kesintisiz iktidarından tecrübe edinemeyenler, İbrahim Kaypakkaya'nın verdiği kelleye hürmet etsinler. Onun tezlerinden feyz alsınlar. Yaşadığımız coğrafyaya dair adilane bir tahayyülü olduğunu iddia edenler, bu iddiayı vadesi geçmiş bir pozitivizme, sürümü dolmuş bir laiklik anlayışına, güncellenmemiş bir tarihyazımına kurban verme lüksüne sahip değiller. Hiçbirimiz bu lükse sahip değiliz. Aynı gemideyiz. Ya hep birlikte batacağız, ya da beraber yol alacağız.
28 Şubat'ta en ufak bir bedel ödemeyen, bugünse ekranlarda kaymağını yiyen, Kemalist paşalarla, Kürtleri katleden askerlerle el el sıkışacak, onlardan af dileyecek kadar alçalmış bir kadın değil Hüda Kaya. Dün onun idamla yargılandığı Malatya eylemlerini örgütleyen, bugünse MİT'çilik oynayan istikametsizlerden de değil. Mücadelesini onuruyla, izzetiyle sürdüren, başörtüsü yasağı fiilen kalksa da kardeşleri özgür olmadıkça "henüz özgür olmadık" demeyi sürdürenlerden. Korkulacak olan değil, korkunuzu yenecek olan, korktuklarınızla mücadele eden, korkunun kaynağına yönelenlerden o. Eğer kadınlar İslam'ın hürriyetlerini ellerinden alacağını düşünüyorlarsa, o İslami bilginin patriarkal fıkıhtan arındırılması için mücadele veriyor. Eğer emekçiler İslam iktisadının onları sömüreceğinden endişe ediyorsa o ranta ve temerküze karşı, sosyal adaletten bölüşümden yana bir islami politik-ekonominin savunucusu. Eğer Türk olmayanlar onun Türklüğünden endişedelerse buna gerek yok, o milliyetini çoktan ayakları altına almış, kavmiyetçiliğin defterini dürmüş bir Peygamber'e iman ediyor. Eğer Aleviler onun Sünni aidiyetinden tekinsizler ise Hüda Kaya zaten Allah'ın kulları arasında ayrım, Ehl-i Beyt'e kin gütmüyor. Liste uzar gider, biz lafı kısa keselim. Kendimize gelelim arkadaşlar. Çok vakit kaybettik. Çok can kaybettik. Çoğumuz gitti. Çok az kaldık. İyiliği, güzelliği, adaleti ve eşitliği çoğaltacaksak korkuya değil umuda ihtiyacımız var. Tecrübeden ibret, hakikatten adalet devşiren bir umuda. O umut burada, buluştuğumuz ağacın gölgesindedir. Yeni yaşam umudu için idrak etmek, kabullenmek zorunda olduğumuz hakikatlerden biri biraz da Hüda Kaya'dır.
AKP 13 yıldır iktidarda. 28 Şubat 18 yıl önce oldu. İslamcılar 1969'dan beri siyasal partiler aracılığıyla demokratik sistem içerisinde siyaset yürütüyorlar. Kitleselleşememiş güdük örnekler dışında silahlı mücadeleyi benimsemediler, beceremediler. Bir TC projesi olarak Türk-İslam sentezi, Sünni-Hanefilik ise kabaca çok partili bu hayattan bu yana belirgin şekilde toplumsal hayatta mevcut. Daha uzatırım, uzatmayacağım. Kardeşim siz manyak mısınız, Hüda Kaya size n'etti? Siz kim olarak, ne olarak, evrendeki hangi uzayı kaplayarak idamlık bir kadının HDP adaylığını tartışmaya açıyorsunuz? Politik misiniz? Meseleniz politika yapmak mı? O zaman biraz politik davranın, siyasal ahlak içinde hareket edin. Çirkinleşecek misiniz? Çirkinleşiriz.
Türkiye'de solculuğun, devrimciliğin, çeşitli türevleriyle sosyalistlerin, komünistlerin Müslümanlıkla ilişkisini Doktor Kıvılcımlı'yla başlatabilir, müspet pratik zeminlerini ise 90'lara vurdurabiliriz (Şubat-Kasım arada Şubat- MSP-CHP ittifakını yararlanılması gereken bir parantez olarak düşelim). 93' konsepti Sivas'a kadar uzanmasa bu zeminler bugün başka türlü gelişecek, meseleleri başka yerlerden tartışabilecektik. Ne var ki ne İslamcıların siyasal aklı bunu ön görebildi, ne de sol bu duruma başka türlü yaklaşabildi. Nihayetinde devlet aklı Sivas'tan Alevi katliamları dizisine bir acı halka daha çıkarırken, İslamcıları da milliyetçi-faşist kontrgerilla cephesine eklemleyebilmeyi başardı. 12 Eylül'ün beceremediğini 93' konsepti becerdi. Dolayısıyla Aleviler, İslamcılarla olan karşılaşmalarında haklı bir öfkeye ve korkuya sahiptirler. Lafı gevelemenin alemi yok. Sivas'ta ölen 35 insanın ne gerçek katilleri yargılandı, ne İslamcı toplum Madımak'ın önünde toplanan, tekbirler çeken Müslüman halk adına bir özür beyan edebildi. Bir özür bile beyan edebilseydik, bambaşka şeyler olurdu. En azından Gezi'den sonra Antikapitalist Müslümanlar'dan arkadaşlar anmaya icabet ettiler. Bu da birşeydir. Bir Fatiha birşeydir.
28 Şubat bize, bir avuç kadar kalmış, kafayı da iktidarla bozmamış İslamcıya şunu öğretti; adaleti herkes için istemedikçe huzur bulmayız, Allah bizi iyi etmez. Beyazıt'taki o dev pankartı hatırlamayanlara hatırlatalım "Herkes İçin Adalet, Başörtüye Özgürlük". Bu slogan iki manaya, mesaja karşılık geliyordu; ilki dışarıya yönelikti. "Adalet isteyenler, taleb edenler, mücadele edenler, bunu herkes için isteyin, başörtülü kadınlar şahsında Müslümanlara da isteyin" deniyordu, ki bu tavra icabet eden pek çok feminist, devrimci, demokrat ve sosyalist oldu. Ben Grup Yorum'u ilk kez Beyazıt Meydanı'nda bir başörtüsü eyleminde dinlemiştim mesela, annemin elinden tutarken. İkinci mesaj ise içeriye yönelikti. Müslüman kamuoyuna "Sorun sadece başörtüsü sorunu değil sistem sorunudur, rejim sorunudur. Adaleti sadece mustazaf Müslümanlara değil tüm mustazaflara, herkese istememiz gerekir" denmekteydi. Çok haykırdık, çok yol yürüdük. Ama sesimiz az kimseye yol açtı. Bugün geldiğimiz noktada acıdır ki şunu görüyoruz. İçeriye attığımız sloganı doğru dürüst kimse duymamış. İşte daha dün 15'inde vurulan bir çocuğa adalet isteyebilen bir avuç Müslümanız, cenazesinde Fatiha okuyabilen bir avuçtuk. Ama bugün bu memlekette, İslamcılığı (eski) İslamcılara bırakmayan, onların iktidar heveslerine terk etmeyen, ezilenlerin mücadelesinde onu da bir imkan gören bir hareket, irade var. Bunun adı da HDP'dir.
Diyarbakır cezaevi şehidi bir babanın oğlu, Refah Partisi mensubu İslamcı bir Kürt müteahide, Meclis'te İskilipli Atıf Hoca'yı anmayı, Kemalizmin köklerine dinamit atmayı mümkün kılan bu iradedir. Yıllarca Mazlumder'de insan hakları mücadelesine İslami bir katkı sunmaya çalışan, her defasında ümmetin utanılası suskunluğunu yırtıp atan (bkz: Roboski vd), tam da bu yüzden itibarsızlaştırılan, hedef gösterilen insanlara zemin açan bu iradedir. 28 Şubat'ın ağır, en hakiki bedel ödeyenlerinden birine, çocuklarıyla işkencelerden geçirilen, idamla yargılanan bir kadına listesinin en önünü ayıran da bu iradedir. Hüda Kaya şahsında HDP'nin İslamcı adaylarını dillerine dolayanlar sadece onu değil bu iradeyi de karşılarına aldıklarının da farkında olsunlar ve şunu unutmasınlar; karşılarına aldıkları bir siyasi parti değil "kimsenin can, mal, akıl ve nesil emniyetinden şüphe etmediği" bir yaşam projesidir. Tehditse tehdit, teklifse teklif. Bunu reddetmek kendi emniyetinizden vazgeçmektir. İster metafor olarak okuyun ister sosyolojik bir kehanet olarak.
Yugoslavya'yı paramparça eden Bosna Savaşı'nda Katolik Hırvatlar, Müslüman Boşnaklarla beraber Ortodoks Sırp milliyetçilerine karşı aynı orduda, Bosna ordusunda birlikte savaştılar. Hatta o orduda bir avuç da olsa Ortodoks Sırp da vardı. Kafayı peynir ekmekle yedikleri için mi, yoksa kullanışlı aptallar olduklarından mı? Hayır! Bosna ordusu sosyalist cumhuriyetin şerefini iki paralık eden barbarlığa, ırkçılığa karşı yanyana, kardeşçe yaşamanın bir vaadi, tahayyülüydü, o kadar. Savaşın sonlarına doğru Hırvatlar bu fikirden caydılar, Sırpların safı belliydi. Ama Bosna-Hersek'te pek barış içinde olmasa da herşeye rağmen o insanlar yanyana yaşamayı ve geçmişte yaptıklarıyla yüzleşmeyi öğrenmeye çalışıyorlar. Savaşırken olduğu gibi barışırken de tüm bir Avrupa'ya, insanlık idealleri iddia edenlere, insaniyet öğretiyorlar. Bosna'yı hatırlattım, çünkü ne zaman Suriye'ye baksam Bosna'yı hatırlıyorum ve neyi unuttuğumuzu soruyorum. Suriye halkı, tek parti diktasına karşı hürriyet için ayaklandığında, özgürlük ve eşitlik idealini "herkes için" vaad edebilseydi eğer, bugün muhakkak ki bu savaş mezhep çatışmalarıyla anılmazdı. Dökülen bunca kanın akibeti için kaygılanmazdık. Suriyeliler bunu beceremediler. Bir şekilde bu kıyam Nusayriye de Sünniye de, Yezidiye de Süryaniye de, Kürde de Araba da aynı hür vatanı tahayyül etme imkanı vermedi. Yaşadığı toprak herkesi düşüne ortak edemedi. Bunda en büyük hata payı da, yekünü oluşturan Sünni Araplardadır. Özeleştirimizdir.
Özeleştirinin öteki adı ise HDP'dir. Sünni Türkler kabullenmese de, son otuz yılda bu memlekette pek çok şeyde olduğu gibi Müslümanlıkta da toplumun dinamosu olan Kürtlerin, iradesi, mücadelesi, partisi ve önderliği ile bir armağan, bir jesttir. Kendi kazanımını kendine saklamayan, komşusuyla paylaşmaktan bir hayır uman bir hamledir, hayırlı ameldir. Kürdün akibetini sadece Kürtten ibaret görmeyen, başkası, ötekisi, diğeri olmayan bir muhayyiledir. Müslüman bir kimse için bu Hüda Kaya demektir, Ezidi bir kimse için Feleknas Uca. Son kertede hepsi farklı kelamlarla da olsa aynı cümbüşlü ağacın altında buluşurlar. Kendine adalet arayışçısı, solcu, devrimci, demokrat diyen insanların sorması gereken bu resmin neresinden rahatsız oldukları, neresine şerh düşmek istedikleridir. AKP'nin 13 yıllık kesintisiz iktidarından tecrübe edinemeyenler, İbrahim Kaypakkaya'nın verdiği kelleye hürmet etsinler. Onun tezlerinden feyz alsınlar. Yaşadığımız coğrafyaya dair adilane bir tahayyülü olduğunu iddia edenler, bu iddiayı vadesi geçmiş bir pozitivizme, sürümü dolmuş bir laiklik anlayışına, güncellenmemiş bir tarihyazımına kurban verme lüksüne sahip değiller. Hiçbirimiz bu lükse sahip değiliz. Aynı gemideyiz. Ya hep birlikte batacağız, ya da beraber yol alacağız.
28 Şubat'ta en ufak bir bedel ödemeyen, bugünse ekranlarda kaymağını yiyen, Kemalist paşalarla, Kürtleri katleden askerlerle el el sıkışacak, onlardan af dileyecek kadar alçalmış bir kadın değil Hüda Kaya. Dün onun idamla yargılandığı Malatya eylemlerini örgütleyen, bugünse MİT'çilik oynayan istikametsizlerden de değil. Mücadelesini onuruyla, izzetiyle sürdüren, başörtüsü yasağı fiilen kalksa da kardeşleri özgür olmadıkça "henüz özgür olmadık" demeyi sürdürenlerden. Korkulacak olan değil, korkunuzu yenecek olan, korktuklarınızla mücadele eden, korkunun kaynağına yönelenlerden o. Eğer kadınlar İslam'ın hürriyetlerini ellerinden alacağını düşünüyorlarsa, o İslami bilginin patriarkal fıkıhtan arındırılması için mücadele veriyor. Eğer emekçiler İslam iktisadının onları sömüreceğinden endişe ediyorsa o ranta ve temerküze karşı, sosyal adaletten bölüşümden yana bir islami politik-ekonominin savunucusu. Eğer Türk olmayanlar onun Türklüğünden endişedelerse buna gerek yok, o milliyetini çoktan ayakları altına almış, kavmiyetçiliğin defterini dürmüş bir Peygamber'e iman ediyor. Eğer Aleviler onun Sünni aidiyetinden tekinsizler ise Hüda Kaya zaten Allah'ın kulları arasında ayrım, Ehl-i Beyt'e kin gütmüyor. Liste uzar gider, biz lafı kısa keselim. Kendimize gelelim arkadaşlar. Çok vakit kaybettik. Çok can kaybettik. Çoğumuz gitti. Çok az kaldık. İyiliği, güzelliği, adaleti ve eşitliği çoğaltacaksak korkuya değil umuda ihtiyacımız var. Tecrübeden ibret, hakikatten adalet devşiren bir umuda. O umut burada, buluştuğumuz ağacın gölgesindedir. Yeni yaşam umudu için idrak etmek, kabullenmek zorunda olduğumuz hakikatlerden biri biraz da Hüda Kaya'dır.
0 yorum