6 Haziran 2015 Cumartesi

linç kültürü



Ümit Kıvanç’ın “Ramazan’da Suriyeli Katletmek Orucu Bozar mı?” sorusuna verdiği cevaba eklenecek fazla bir şey yok. Tanıl Bora’nın –Birikim yayınlarından- güncellenerek yayınlanan Türkiye’nin Linç Rejimikitabını ekleyeyim yalnızca. Kitabın bir “linç rejimi”nden söz etmesi, neden bu türden saldırıları tekil bir olay olarak anlayamayacağımızı açıklıyor. Hedefi ve bahanesi değişebilir ancak yönelimi ve kullanım niteliği değişmeyen bir süreklilik arz etmektedir linç girişimleri. PKK bahanesiyle Kürtlere yönelen linç girişimlerini biliyoruz yakın tarihimizden. Kitapta bunların ne anlama geldikleri ve nasıl kotarıldıkları sunuluyor. Suriyeli sığınmacılara yönelik linç girişimlerinde ise sanki öne çıkan başka bir boyut daha var. Saldırganlığın ekonomik nedenlerle gerekçilendirilmesinde özellikle. Yanı başında ahlakçı söylem eksik değil elbette,  ama ekonomik nedenlere yönelik vurgu ilginç görünüyor.  Linç girişimlerinin tamamımını göz önüne aldığımızda, bir rejim meselesi olduğu kadar bir kültür sorunu olarak da linç’i yeniden düşünmek zorundayız gibi geliyor bana.  Ağır ve infial uyandırması gereken bir mesele bu, oysa bir şekilde olağanlaşıyor, sıradanlaştırılıyor, hep bir “gerginlik” meselesi gibi sunuluyor, “tahrikçiler”e bağlanarak çerçeveleniyor konu. Öte yandan, bir “linç kültürü”nden söz etmenin tuhaflığı açık olsa gerek; tıpkı bir “linç hukuku”ndan söz etmenin aslında saçma oluşu gibi. Tanıl Bora, bu ikincisinden söz ediyor ‘Sunuş’ yazısında. Çünkü, hukukun olduğu kadar kültürün de yokluğu demek linç. İnsan kalabalığını “güruhlaştıran” bir tehlikeden söz ediyoruz.  O güruh şu ya da bu bahaneyle hedeflediği bir azınlığı, düşman ve suçlu ya da tehlikeli bellediği bir yabancıyı yok etmeye yöneliyor. Tam da bu noktada Bora’nın dediği gibi, gerekçelerine, sebeplerine, sonuçlarına vs. bakılmaksızın “linçin ağır bir zillet sayılması” gerek. Aksine medyada, siyaset erkanında ve kamunun genelinde sanki bu türden olaylar vaka-i adiyeden sayılıyor -eğer ki açıktan ya da içten içe desteklenmiyorsa. Türkiye’deki linçlerin sürekliliğini ve sıradanlaştırılma biçimini göz önüne aldığımızda, bir tür “ linç kültürü”nden söz etmek gerek. Ağır bir zillet kültürü, buna hala -geniş anlamıyla- bir “kültür” denebilecekse. Yine de ‘doğal’ bir vahşilikten söz etmiyoruz, ne de bir ilkellik durumundan; linçi bir medeniyet kaybı olarak tarif etsek bile, insanları güruhlaştıran eğilimler ‘medeni dünya’nın içerisinde şekilleniyor, bir ‘medeniyet’ ortamında ortaya çıkıyor.
Tagged
Different Themes
Written by Lovely

Aenean quis feugiat elit. Quisque ultricies sollicitudin ante ut venenatis. Nulla dapibus placerat faucibus. Aenean quis leo non neque ultrices scelerisque. Nullam nec vulputate velit. Etiam fermentum turpis at magna tristique interdum.

0 yorum